Ana içeriğe atla

Siyasi Düşünceler Tarihi

1
Siyasi Düşünceler Tarihine Giriş
*Siyaset felsefesi başlangıç: Antik Yunan-Sokrates *Dönemler: Antik Çağ , Orta Çağ , Modern Dönem , Neo-Modern Dönem , Post-Modern Dönem * Tarihsel Bağlamda incelersek: 1) Antik Dünya - Polis (Site-devleti) Düzeni 2) Orta Çağ - Feodal Düzen 3) Modern Dönem - Ulus-Devlet Düzeni 4) Post-Modern Dönem - Küreyerel Düzen * Metot olarak incelersek: 1) Felsefi Yaklaşım 2) Teolojik Yaklaşım 3) Bilimsel Yaklaşım 4) Kuşkucu Yaklaşım * Teorik Yaklaşım bağlamında incelersek: 1) Antik Çağ - Erdem Siyaseti 2) Orta Çağ - İman Siyaseti 3) Modern Dönem - Çıkar Siyaseti 4) Post-Modern Dönem - Nihilist Siyaset
Eski Yunan'da Siyasal-Sosyal-Kurumsal Yapı, Yöntem ve Teoriye Dair
*Eski Yunan siyasi örgütlenmesi : Polis (Site-devlet) Düzeni
*Emlak, poliste vatandaşlık bağının kaynağıdır.
*Vatandaşlar tüm boş vakitlerini Agora ( Pazar) yerinde geçirirlerdi.
*Kadınlar özgür ama siyasal haklardan yoksunlar.
*Eski Yunan'ın en önemli tanrıları Olimpos'ta yaşarlardı.
*Zeus - Tanrıların ve insanların babası
Karısı Hera - Ay Tanrıçası
Afrodit - Aşk ve Güzellik Tanrıçası
Ares - Savaş Tanrısı
Athena - Zeka Tanrıçası
Apollon - Güneş Tanrısı
Themis ve Dike - Adalet Tanrıçaları
*En önemli iki polis: Sparta ve Atina
Sparta :
*Dor'lar tarafından kurulmuştur.
*Siyasal yapısı : İki Başlı Krallık (Diarşi)
Gerusia (İhtiyarlar Meclisi)
Apella ( Halk Meclisi)
*Yoğun bir polis'e bağlılık söz konusudur.
*Temel amaç hayatta kalmak ve polisin devamlılığı bu yüzden sanat, felsefe ve müzik hor görülürdü.
*Peleponnes savaşlarında zaferle ayrılmıştır.
Atina :
*Sparta'dan daha demokratik, eşitlikçidir.
*Ticaret önemli : Şarap ve Zeytinyağı
*Siyasal yapısı:
2
Aristokrat Sınıfı : Baş-rahip Kral, Polemarkhos (Baş Komutan), Arkonlar ( Sivil Otorite)
*Areopag : Aristokratlar Meclisi
*Attik-Delos Deniz Birliğini kurmuşlardır ve Peleponnes Savaşlarında Spartalılara kaybetmişlerdir.
*Demokratik rejimleri yıkılınca “Otuzlar Tiranlığı” kuruldu.
Materyalist ve İdealist Felsefeler
* İlk polis düzeni İonia‘da çıkmıştır. İşte bu ortam içerisinde felsefi düşünüşün İonia'da doğduğu kabul edilir.
* İlk düşünürler: Thales, Anaksimandros, Anaksimenes ve Heraklitos. “Evrenin aslı nedir ?” sorusuna bunlar sırayla :Su, Sınırsız, Hava, Ateş cevaplarını vermişlerdir.
* Önemleri cevaplarının natüralist olmasıdır. Bunlara Miletos Okulu düşünürleri de denir. Yani Materyalist Felsefemensubu kişilerdir.
* İtalya'da ise aynı zamanda İdealist Felsefe ortaya çıktı. Bunlara da “Pythagorascılar” denir.
* Diğer bir doğan felsefe Elea'da kurulan “Mantıksal Felsefe” dir. Kurucusu Parmenides mantıksal akıl yürüten ilk filozoftur.
Sofistik Aydınlanma
* Sofistler diğerlerinden farklı olarak kozmos sorunuyla değil insan sorunuyla ilgilenmişlerdir.
* Sofist sözcüğü anlam olarak “ Bilgelik, hikmet ” anlamına gelmektedir.
* Özellikle siyaset alanında üstün bilgiye sahipler.
* Birinci kuşak sofistler: Protagoras, Prodikos, Gorgias ve Hippios. Ortak paydaları demokrasi yanlıları olmalarıdır.
* Sofistlere göre retorik en temel bilimdir.
* Birinci kuşak sofistlerde “ bireysel faydacılık ” izleri vardır.
* İkinci kuşak sofistler arasında: Antiphon, Euthydemos, Kallikles, Kritias, Thrasymakhos vardır.
* Bunlar “ doğadan olan kurallar ” ile “ insanın koymuş olduğu kurallar ” arasında uyuşmazlık olduğunu söylerler.
* Sofistik hareket, aristokratik değerlere karşı bir tepki hareketi olarak doğmuştur.
Sokrates
* Kendine konu olarak insanı seçmiştir.
* Sofistlerden farklı olarak bilgisini paylaştığı kişilerden para almamıştır.
* Ona göre 2 tür bilgi vardır:
1) Duyu organları ile elde edilen gerçek olmayan sanılar.
2) Salt aklın ürünü olan gerçek bilgi.
* Yönetim, erdemli yani bilgili kişilerin elinde olmalıdır.
PLATON
* En büyük Yunan düşünürüdür.
* Siyaset üzerine sistematik olarak eğilen ilk antik düşünürdür.
* Atina'da doğan Platon, Yunan polislerinin bizatihi çözülüşünü izlemekle geçirmiştir.
* Kurmuş olduğu Akademia siyasal düşüncesinin yaygınlaşmasına hizmet etmiştir.
* Bu okul 900 yıldan fazla ayakta kalması ile Avrupa'nın ilk üniversitesi unvanını almıştır.
* “ Form ” ve “ idea ” Platon'un felsefesinde bilginin nesnesi hakkında kullanılan sözcüklerdir.
* Formlar Teorisi ilk kez Phaedo, Symposium ve Devlet gibi klasik diyaloglarda sunulmuştur.
* Platon'un felsefesinde bilginin elde edilmesinin yöntemine bakıldığında ise bununla ilgili ilk sistematik açıklamanınMenon diyaloğunda yer aldığı görülür.
3
* Tüm bir öğrenmenin aslında bir anımsama olduğunu ispatlama doğrultusunda Platon, Menon'da Sokrates'e geometri konusunda hiçbir bilgisi olmayan cahil bir köleyi sorgular.
* Platon'a göre yalnız diyalektik bilim olarak adlandırılmayı hak eder. Gerçeğin keşfedilmesine dair tüm bu süreç, en iyi şekilde Mağara Alegorisi'nde özetlenir.
* Bu sebeple Platon, kavramaya dair dört aşamanın olduğu fikrindedir: Bilim, anlama, inanma ve gölgelerin algılanması.
* Devlet adlı kitabında Platon, insan ruhunu 3 kısma ayırmaktadır: Rasyonel ( akıl ), yürekli ( irade ) ve iştahsal kısım. Bunlar da sırayla Bilge, Cesur ve Ölçülülük ile anlam kazanır.
* Platon için insanları bir araya getiren, öncelikle sahip oldukları ihtiyaçlardır.
* Platon, polis içerisinde üç belirgin sınıfın olduğunu düşünür: bilgeler, yiğitler ve arzulular.
* Platon bu cennetvari düzen doğrultusunda atılacak başlıca büyük adımı, yöneticinin bir filozof-kral olmasında görür.
* Platon, yazılarının geç dönem örnekleri arasında yer alan Devlet Adamı'nda, yönetim sanatı bilgisine sahip tek bir kişinin yönetimini ideal olarak sunmaktadır.
* Gerçek devlet adamının en önemli üç yardımcısı hatip, general ve yargıçtır.
* Platon, bir diğer ideal rejim tasavvurunu son kitabı olan Yasalar'da ortaya koyar.
* İnsan ruhu hakkındaki görüşlerden yola çıkarak ortaya konan ideal rejim, kanunların yönetimine dayanmaktadır.
* Yasalara itaat etmek bireyin özgür rızasından gelmeli, birey gönüllü şekilde yasaya uymalıdır. Bu “ eğitim yoluyla ” olacaktır.
ARİSTOTELES
* Makedonya'da dünyaya gelmiş, Akademi'de öğrenci olmuştur.
* Platon'dan bilgi ve siyaset felsefelerinde ayrıldığı noktalar kendini gösterir. Bilgi felsefesi alanında, Platon bilginin nesnelerinin bu dünyada yer almadığı görüşünü savunurken, Aristoteles duyu organlarımızla algıladığımız nesnelerle, bilginin gerçek nesnelerin bir ve aynı olduğunu düşünmüştür. Siyaset felsefesi alanında, Platon ebedi ve kusursuz bir devlet teorisi geliştirmeye uğraşırken, Aristoteles mevcut devlet biçimlerini inceleyerek işe başlamış, var olanlar arasından mümkün olan en iyisini bulmaya çalışmıştır.
* Büyük İskender'e hocalık yapmıştır.
* Kendi okulu Lyceum'u kurmuştur.
* Aristoteles için gerçeklik mümkündür.
* Metafizik On İkinci Kitap'ta Aristoteles maddi olmayan ve aynı zamanda tamamen gerçek olan şeylerin olduğunu belirtmektedir.
* Aristoteles'in “ varlık ” ı belirtmede kullandığı sözcük “ töz ” dür.
* Politika ve Metafizik başlıca kitapları.
* Aristoteles'in bilgi teorisi açısından takip edilebilecek üç tip bilim vardır: teorik, pratik ve üretici bilimdir.
* Maddenin içinden geçtiği dört farklı değişim olduğundan bahseder:
Nicelikte değişim : çoğalma ve azalma
Nitelikte değişim : başkalaşım
Mekanda değişim : hareket
Tözün değişimi : yenilenme ya da çürüme
* Aristoteles'in analizinde başlangıç noktası soyut akıl yürütme değil fakat gözlemlenmiş gerçeklerdir.
* Ona göre insanoğlunun nihai amacı iyiye ve mutluluğa ulaşmaktır.
* Doğada sadece insana özgü olan ve onun diğer canlılarla paylaşmadığı şey, akıldır.
* Kendine yeter bir hayata ulaşma doğrultusunda insanoğlunun kurduğu ilk birlik ailedir.
* Tıpkı aile gibi doğal yoldan oluşan ikinci birlik köydür.
4
* Üçüncü ve son birlik, çeşitli köylerin birleşmesiyle oluşan polistir. Polis ise en iyi olandır. Polis kendiliğinden oluşmuş bir düzendir.
* Bir polisin vatandaşları arasında var olan dostluk, karşılıklı yararların olduğu her tür ilişkide ortaya çıkan bir olgudur.
* Aristoteles'in bir polisin varlığının sigortası olarak gördüğü şey, “ yasa ” dır.
* Yasanın yazılı olmasını savunur; çünkü “ yazılı kural dalgalanma eğilimi göstermez ”
* İnsanın temel amacı olan mutluluğa ulaşmasının ancak poliste erdemlere göre yaşamayı buyuran yasalara uygun bir hayat sürdürmesiyle mümkün olacağı şeklindedir.
* Ona göre vatandaş da polis'de karar alma süreçlerine katılma hakkı olan kişidir.
* Rejimler ona göre :
İyi Rejim : Monarşi, Aristokrasi, Politeia
Kötü Rejim : Tiranlık, Oligarşi, Demokrasi
* En iyi rejimin “ Monarşi ” olduğunu ifade eder.
* Ona göre ikinci en iyi rejim demokrasi ve oligarşinin karışımından oluşan polietia adlı karma rejimdir.
Roma'da Siyasal-Sosyal-Kurumsal Yapı, Yöntem ve Teoriye Dair
* Eski Yunan medeniyeti İ.Ö. II. Yüzyıl'da Roma hakimiyetine girmesiyle birlikte, polis de ortadan kalktı.
* Roma'nın büyük ve düzenli orduları karşısında dize gelerek yerini içine birçok ulusun dahil olduğu, büyük merkezi imparatorluk düzenine bırakmıştır.
* Latin ve Sabin unsurların bir araya gelmesinden oluşan Roma şehri önce krallık, sonra cumhuriyet ve son olarak imparatorluk olmuştur.
* Toplum : Patrisyenler ( Aristokratlar )
Plebyen ( Halk Kitlesi ) olarak iki ana unsurdan oluşuyordu.
* Centuria yani meclis dedikleri kurumları vardı, imparatorluk düzenine geçmesiyle danışma meclisi Senato oluşmuştur.
Roma Hukuku:
* Romanın insanlık medeniyetine en büyük katkısı, pek çok ulustan çok farklı insanları bir araya getirip onların düzenli ilişkilere girmelerine imkan sağlayan büyük bir hukuk sistemini kurmak olmuştur.
* Romalı hukukçular, geleneksel hukukun üzerinde, insan doğasından ve aklından kaynaklanan evrensel bir “ doğal hukuk ” un var olduğunu kabul ettiler. Bu kabulün ortaya çıkışında hiç şüphesiz Kitium'lu Zenon'un kurucusu olduğuStoik felsefenin büyük katkısı olmuştur.
* Roma'nın örf ve adetlerinden kaynaklanan : Jus civilis
Tüm yabancı göçmenleri içine alan : Jus gentium
Her ikisinin de kendisine uygun olması beklenen : Jus naturale hukuk diye adlandırılır.
Ekonomik Yaşam:
* Roma, İ.Ö. III. Yüzyıl sonlarına doğru yaygın bir şekilde parasal ekonomiye geçti. Dışarıda sömürüye içeride ise köle emeğine dayanıyordu.
* Tarımsal üretim, imparatorluğun iktisadi gücünü ve temelini oluşturuyordu.
* Vergi toplamada kolaylık sağlamak için “ kolon ” adı verilen toprağa bağlı nüfus sistemi geliştirdiler.
Resmi İdeoloji ve Hristiyanlık:
5
* Roma'nın “ emperyalist ” girişimcilerini meşrulaştıran ideolojik söylemler geliştirilmişti.
* Fethettiği halklara yalnız barış ve medeniyeti götürmekle kalmamakta, aynı zamanda onlara dostluk ve sevgi elini de uzatmaktaydı.
* Roma cumhuriyetçi yapısından giderek uzaklaşıp, geleneksel siyasal yapısı ve elitleri değiştikçe insanları yurttaş idealleri ile Roma'nın hizmetine koşmak da zorlaşmıştır. Bu sebeple Roma İmparatorluk döneminde Roma'nın geleneksel dinsel inançlarının dışında kalan Hıristiyanlıkla bağlarını kuvvetlendirmeye başlamıştır.
* Bu doğrultuda IV. Yüzyıl'da, İmparator Valentinian II. Gratian ve Theodisius I'in fermanlarıyla Hıristiyanlık Roma'nınresmi dini haline gelmiştir.
* İmparatorluk döneminde yönetim erkinin tek bir kişinin elinde toplanması princeps kelimesiyle açıklanmıştır.
* Roma İmparatorluğu kuzeyden gelen barbar kavimlerin saldırı sonucu yıkılmıştır. Bunlar: Galler ve İskoçya'da Keltler, Avrupa'nın ortasında Germenlerdir.
Roma Siyasal Düşüncesi
Polybius:
* Merak ettiği husus Roma'nın küçük bir şehir devletinden büyük bir cumhuriyete kısa bir zamanda nasıl dönüştüğüdür.
* Polybius ismi, Herodotus ve Thucydides gibi Yunan tarihçilerinin yanında yer alır.
* Tarihler adlı eseri bir siyaset bilimci tarafından yazılmış ilk evrensel tarih olarak nitelendirilir.
* Siyaset incelemesinde kurumsal yaklaşımı ilk kullanan düşünürdür.
* Karma bir anayasadan yanadır.
* Roma'da, konsüller, senato ve halk meclisleri sırasıyla monarşik, aristokratik ve demokratik ilkelere karşılık gelmekteydiler.
* Polybius, Roma'nın sisteminin yönetimlerin en kötüsü olan oklokrasiye doğru ilerlediğinin uyarısıyla da, aristokratların yanında yer aldığını ifade etmektedir.
* Locke ve Montesqiue'nun kuvvetler ayrılığı doktrinine fikir kaynaklığı ettiği de iddia edilebilir.
Çiçero:
* Roma mirasının öne çıkan en önemli ismi Çiçero'dur. Meslekten bir filozof olmamasına rağmen Roma'da hukuk, Atina ve diğer bazı Yunan öğrenim merkezlerinde felsefe eğitimi almış ve genç yaşta diğer milletler ve medeniyetlerle temas halinde olmuştur.
* Çiçero'nun yazıları Antik değerleri ve Romalıları Hıristiyanlara tanıtarak önemli bir entelektüel kanal oluşturmuştur.
* Bir diğer özelliği onun Roma'nın Cumhuriyet döneminden monarşiye geçiş döneminde yaşamış ve dönemin siyasi olaylarının içinde yer almış olmasıdır.
* Siyasi bunalım içindeki Roma'da, “ Cumhuriyeti nasıl koruyabiliriz ? ” in cevabını aramıştır.
* Yazılarında ve genel olarak eylemlerinde Roma'nın üstün idealleri olan hukukun üstünlüğü ilkesine sonuna kadar bağlı kaldı.
* Çiçero'nun siyasetle ilgili iki temel çalışması olan Devlet Üstüne ve Yasalar Üstüne Platon'a bir özentidir.
* Diğer kitapları Görevler Üstüne ve Hatip Üstüne
* Machiavelli eserlerini kısmen Çiçero'nun bu kitaplarında ki öğütlerine bir tepki olarak kaleme almıştır.
6
* Çiçero yasaların kaynağını ortak öz olan akılda bulur. Bu doğal yasa yazılı yasalardan önde ve üsttedir.
* Çiçero, Devlet adlı eserinde statüko yanlısı, “ aristokrat ” kesimin çıkarlarını koruyan bir görüntü verir. Bu kitabıyladevlet adamlığını en yüce uğraş olarak onurlandırır.
* Devlet yani res publica kamuya ait olan şey demektir ve res privata'nın yani özel alanın karşısında yer alır.
* Karma anayasanın devletin istikrarını sağlayacağı yönünde ki kanaatini açıklar.
* Yönetme yeteneği eşit olmayan insanlara eşit yönetme gücü vermeye kalkan demokratik yönetimleri doğal yasaya aykırı bulur. Hatta demokrasiye ilk kez “ çoğunluğun tiranlığı” tanımını yakıştıran düşünürdür.
* Aynı şekilde aristokrasiyi temsil eden Senato ile bir karalın bulunduğu devlet, doğru devlettir.
* Ona göre lider erdemli ve adil olmasının yanında bilge ve dürüst de olmalıdır.
Seneca:
* Roma'nın imparatorluk dönemi düşünürüdür.
* İspanya'nın Kordoba şehrinde doğdu.
* İ.S. 49'da Neron'un eğitimini üstlenmiş ve Neron on altı yaşında imparator olduğunda Seneca'da imparator danışmanıolur.
* Bu dönemde Stoacı felsefe iki çeşit özgürlük olduğunu ileri sürer. Birincisi içsel özgürlük ikincisi ise dışsal özgürlük, yani kişinin düzen ile uyum içinde olmasıdır. Temelde bir ahlak filozofu olan Seneca da görüşleri ile bu algıyı desteklemiştir. Seneca herkesin durumunu olduğu gibi kabul ettiğinde içsel huzura ve özgürlüğe kavuşabileceğinisöyler.
* Seneca özel mülkiyete ve ekonomik eşitsizliğe karşıdır.
* Lucius'a Mektuplar'da Seneca, Rouessau'yu anımsatır şekilde devlet öncesi toplumlarda insanların özgür, eşit ve mutlu yaşadıklarını belirttikten sonra bu doğal yaşamı bırakarak devlet içinde yaşamaya başladıkça insanların da köleleştiğini iddia eder.
* Seneca, İnsaf Üstüne adlı eserinde siyasal iktidarın şiddet ve acımasızlığa başvurmadan yönetmesi gerektiğini öğütler.
Orta Çağ'da Siyasal-Sosyal-Kurumsal Yapı: Yöntem ve Teoriye Dair
Siyasal ve Hukuki Düzen:
* V. yüzyıldan yaklaşık XI. yüzyıla değin Avrupa'da Roma İmparatorluğu nispetinde güçlü bir merkezi bir yapıya rastlanmamıştır. Bu dönemde merkezi olarak kabul edilebilecek tek kurum, hiyerarşik bir düzene sahip olan Roma Kilisesi idi.
* Bu dönemde kral iktidarını halktan almakta ve ona karşı sorumlu olmaktaydı. Demokratik niteliğe sahip bu görüş, “devletin yükselen teorisi ” veya “ devletin popülist teorisi ” olarak adlandırılır.
* Öte yandan Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra tek merkezi güç olarak kalan Roma Kilisesi'nde, iktidarın Tanrı'dan kaynaklandığı ve bu iktidarın da İsa tarafından St. Paul'e devredildiği şeklinde bir inanış hakimdi.
* Pek tabii ki kilise adına bu iktidarı kullanacak olan da Roma Kilisesi'nin başı olan Papa’ydı. İktidarın kaynağına dair bu ikinci görüş, “devletin alçalan teorisi” ya da “teokratik teori” olarak adlandırılmaktadır ve tüm Orta Çağ, bahsedilen devletin yükselen teorisi ile devletin alçalan teorisinin karşılıklı çatışmalarıyla geçmiştir.
* 11. yüzyıla doğru ortaya çıkan kilise hukuku (canon law) Papa fermanları, kilise kurulu kararları ve kilise babalarının düşüncelerine dayanmaktaydı ve bu dünyanın ve diğer dünyanın gerçek bilgisine dayanan kutsal kitaptan ilham almaktaydı.
* Feodal toplum düzeni, onuncu ve on birinci yüzyılların baskın yapısı olarak nitelendirilebilir.
7
* Merkezi bir gücün hâkim olmadığı Avrupa’da, dönemin baskın üretim şekli olan tarımsal üretimin ihtiyaç duyduğu barış ortamını feodalizm kurumu sunmuştur.
* Charlemange İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından iktidar kont adı verilen ve birkaç yüz mil kare toprağa sahip olan kişilerin eline geçmiştir.
* Feodal toplum düzeninde gözlenen ikinci ilişki biçimi, lord ile serf arasında olanıdır.
* Lordun şatosu çevresindeki köy halkı ve araziler lordun mülkünü yani “manor”u oluştururdu.
Ekonomik ve Sosyal Düzen:
* Eski Yunan ve Roma uygarlıkları kadar parlak olmasa da ekonomik ve sosyal hayatın belli bir seviyede muhafaza edilebildiği bu dönem Merovenj dönemi olarak bilinir.
* Öte yandan Germen aristokratları Roma’nın toprak düzeninin dayandığı latifundia sistemini zaman içinde yok etmişlerdir.
* Orta Çağ toplumu özellikle VIII. yüzyıldan itibaren derebeyi-serf; usta-kalfa-çırak ve ruhban sınıfından oluşan tam bir hiyerarşi toplumu haline gelmiştir. Bu yeni dönem, Karolenj dönemi olarak bilinir. İşte, “karanlık orta çağlar” deyimiyle daha çok bu dönem kastedilir.
* Avrupa’nın içine sürüklendiği bu karanlıktan kendini kurtarabilmiş yerler de bulunmaktadır. Bu yerlerin başındaVenedik şehri gelmektedir.
* XI. yüzyılda başlayan Haçlı seferlerinin de Avrupa’nın silkinmesinde etkisi olmuştur. Bu seferler kalıcı zaferler getirmemiş olsa da, doğuda yaşanan uygarlıktan haberdar olunmuş ve aynı zamanda Akdeniz ticareti de yeniden Avrupalıların eline geçmiştir. Akdeniz ticaretinin ele geçmesiyle, İtalya’dan kuzeye doğru ticaret
yayılmaya başlamıştır. Güneyden kuzeye doğru akan nehirlerin varlığı bu gelişmede etkin olmuştur. Ren, Ron ve Tunanehirlerinin de yardımıyla Akdeniz’den gelen mallar önce İtalya’ya oradan da Avrupa’nın kuzeyine sevk edilmiştir. * Avrupa’da ilk canlanan bölge bu nehirlerin denize döküldüğü yer olan Hollanda ve daha sonra da Almanya’nın Hamburg, Bremen ve Lübek şehirlerini içine alan Hansa bölgesidir. * Tarımdaki bu gelişmeye paralel olarak, Avrupa’da hiçbir yere bağlı olmayan ve şehirler arasında dolaşarak ticaret yapan bir “serüvenci tüccarlar” sınıfı doğmuştur. * Kendi aralarında kurdukları loncalar yerel yönetimde önemli söz sahibi oldu. Günümüz belediyelerinin temelinde bu loncalar yatmaktadır. Öyle ki, “lonca mensuplarının toplanıp yemek yediği, içki içtiği ve şehir meselelerini konuştuğu, bir nevi kulüp olan ‘Guild Hall’ (Lonca Lokalleri), bugün bile Batı ülkelerinde, belediye binalarına verilen isimlerdir”. * XV. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’da hümanizm akımıyla birlikte Rönesans’ın doğuşuna şahit oluyoruz. * İşte, klasik çağların (eski Yunan ve Roma) bu dünyada siyasi, ekonomik ve sanatsal başarıyı hedefleyen insan tipi, Rönesans’ın hümanizm akımıyla birlikte, Avrupa’da yeniden doğmaktaydı. * XVI. yüzyıldan itibaren din alanında da Reformasyon adı verilen sürece şahit oluyoruz. Almanya’da Martin Luther’in öncülük ettiği bu akım, bireysel kurtuluş yolunda, bireyle Tanrı arasından Katolik Kilisesi’ni çıkarıyordu. Böylece Kilise’nin, asırlardır devam etmekte olan, ruhsal alandaki mutlak (absolute) dünyevi alanda da önemli bir yer tutan otoritesi büyük darbe almıştır. Yeni doğan bu dinsel akım Protestanlık olarak bilinir. * Modern çağların başlangıcında ekonomik canlanmaya pozitif etkisi olan bir Protestan mezhep de Kalvinizm’dir.Calvin’in önderliğini yaptığı mezheptir.
Aziz Augustine
* İmparator Konstantin, İ.S. 311 yılında Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığa karşı tarafsızlığını ilan etmiş; İ.S. 378’de de İmparator Theodisius I’in fermanıyla Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini haline getirilmiştir.
8
* Çok farklı kavimleri içinde barındıran Roma İmparatorluğu’nu bir arada tutması için manevi bir çimento olarak görülen Hıristiyanlık dini Roma’nın yıkılışını engelleyememiştir.
* Aziz Augustine ise söz konusu fikirlere karşı çıkar ve Roma’nın yıkılışını Hıristiyanlığa bağlayanlara tam aksi istikamette bir argümanla cevap verir. Ona göre eğer Roma İmparatorluğu o güne değin ayakta kalabilmişse bu Hıristiyanlığı kabul eden Roma’ya Tanrı’nın lütfü sayesinde mümkün olmuştur.
* Kuzey Afrika’da, bugünkü Cezayir sınırları içinde olan Hippo kentinde 354 yılında doğmuştur.
* Ona göre en yüksek yaşam biçimi manastır yaşamıdır.
* Aziz Augustine’e göre iki tür sevgi vardır: Tanrı sevgisi (love of God) ve öz-sevgi (self-love). Bunlardan ilki doğru olan sevgi türüdür.
* Augustinus cennet bahçesi düşüncesini siyasal düşüncesinin de temeline koyar.
* Aziz Augustine’in siyasete ilişkin fikirlerini Tanrı Şehri (De civitate dei) adlı eserinde buluruz.
* Bu eser, 22 ciltten oluşan hacimli bir eser olmanın yanı sıra “Hıristiyan siyaset görüşünü ilk ayrıntılı açıklama teşebbüsüdür”.
* Augustine “Tanrı şehri” ile “dünyevi şehir” arasında ikili bir ayrım yapar ve birincisinin tevazusu ile ikincisinin gururu arasındaki zıtlıkları ifade eder.
* Augustine, insanları da ikiye ayırır: insanlara uyup yaşayanlar ve Tanrı’ya uyup yaşayanlar.
* İnsanın Cennet’ten kovulmasıyla siyasal bir düzen zorunlu hale gelmiştir denilebilir. Bu noktada zorunlu bir kötülükolarak siyasi faaliyet ve devlet kurumu ortaya çıkmaktadır.
* Aziz Augustine’in düşüncesinde devlet, antiklerin düşüncesindeki gibi insanların erdemli kılınmasına ve böylelikle mutluluğa ulaşabilmelerine hizmet eden bir okul olmayıp, onların nefislerine yenik düşerek birbirlerine zulüm etmelerini engellemenin bir aracıdır.
* Hükümdarın otoritesi Tanrı’dan gelmektedir ve ona karşı gelinemez. Sivil itaatsizlik mümkün değildir.
* Aziz Augustine’i antik düşünürlerden ayıran bir başka özelliği de onun insanın sahip olduğu temel özelliğin akıl sahibi olması değil de irade sahibi olması olduğunu düşünmesidir.
* İhtiyaç duyulan tüm bilgi İncil’de mevcuttur; İncil bilginin ve hakikatin kaynağıdır.
* Bu düşünüşün ağır basmasıyladır ki, yaklaşık İ.S. Beşinci Yüzyıl’dan On Üçüncü Yüzyıl’a kadar Hıristiyan dünyasındaakıl imanın yedeğine koşulmuş, felsefe tahtını teolojiye, filozof da teologa terk etmiştir. Bu yeni dönemde devletin antik dünyada oynadığı rolü, yeni bir kurum üstlenmektedir: Kilise.
* Ona göre tarihin nihai amacı, insan dünyasının nihai yıkımı, Tanrı devletinin zaferi ve İsa Son Yargılama
için dünyaya dönmesidir. * Aziz Augustine dinde zora başvurulabileceğine inanır: “Zulmün hak dine karşı yapılmasının yanlış ancak hak dinin sapkınları doğru yola getirmek için zulme başvurmasının doğru” olduğunu söyleyen Aziz Augustine, hükümdarı sapkınları cezalandırmaya davet eder. Aziz Augustine bu fikrini esas olarak Luka İncili 14:23’e referansla meşrulaştırmaktaydı. * Augustine’in önemi, antik felsefenin kavramlarıyla Hıristiyanlığı felsefi olarak temellendirme girişimini en sistematik biçimde ortaya koyan düşünür olmasının yanı sıra, görüşlerinin yüzyıllarca Katolik Kilisesi’nin resmi öğretisi haline gelmesinden kaynaklanır. * Bu düşünceleri aynı zamanda, antik dünyanın insanı ve aklı merkez alan dünya görüşünün yerine Tanrı-merkezli bir dünya görüşün geçtiği anlamına gelmektedir. * Aquinalı teolog Aziz Thomas’ın yeni düşünceleriyle Hıristiyan düşünce dünyasındaki hegemonyasını yitirmiştir.
Farabi ve İbn-i Rüşd
* Dini felsefe ile uzlaştırma ya da vahyi akıl ile birleştirme çabaları Orta Çağ Hıristiyan dünyasından önce Orta Çağ İslam dünyasında X. ve XI. Yüzyıllarda ortaya çıkmıştı.
9
* Bu süreçte de İbn-i Rüşd ve İbn-i Sina gibi önemli İslam filozoflarının klasikleri Avrupalılara tekrar tanıtmalarının önemli bir rolü olmuştur.
* Farabi, klasik eserleri dini öğretilerle birleştirerek akla dayalı yönetim sorununu irdelemede öncü bir rol üstlenmiştir.
* İbn-i Rüşd ise Farabi’nin izinden ilerlemiş ve klasikler üzerine yorumları onu Avrupa’da en çok tanınan İslam filozofuhaline getirmiştir.
Farabi:
* Farabi (İ.S. 870-950) İslam dünyasının en önemli Aristoteles yorumlayıcılarından biridir. Asıl ününü mantık üzerine yazılarından almıştır ama o aynı zamanda bir fizikçi, metafizikçi, astronom ve müzisyendir.
* Farabi’nin çalışması vahiyden çok akıl üzerine vurgu yapmaktaydı.
* Maveraünnehir’in Farab şehrinde doğduğu tahmin edilen Farabi’nin Türk olduğu iddia edilir.
* Fikirlerini asıl inşa ettiği yer Harran’dır.
* Farabi’nin yöntemi Aristoteles mantığı üzerine kurulu bir eklektizmdir. Bu eklektik tutumun iki yüzü vardır. Birincisiönemli Yunan filozoflarının, özellikle Platon ve Aristoteles’in görüşlerinin uzlaştırılma çabasıdır. İkincisi “hikmet”in şeriat ile uzlaştırılma çabasında ortaya çıkar.
* Farabi eşyanın altı kaynağından bahseder: 1- ilahi kaynak, 2- tâli işler veya göksel cisimlerin akılları, 3- faal akıl, 4- nefis, 5- form (suret), 6- saf (mücerret) madde. Bu ilkelerden birincisi “mutlak teklik”i diğerleri ise “çokluk”u ifade ederler. Böylece Farabi teklikte çokluğu savunarak yeni Platonculuk’a kayar.
* Farabi’ye göre devlet akıl ilkesinde kurulan bir yönetimdir.
* Farabi, Platon’un Devlet’inde yaptığı gibi Medinetül Fazıla’sında akıl ilkesine göre işleyen ideal bir şehir/site tasavvuru ortaya koyar.
* Farabi Erdemli Şehir’inde İslami erdem anlayışı açısından İslamî siyasal toplumun normatif bir teorisini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
* Farabi’nin hükümdarı Platon’un filozof kralına benzer.
* Erdemli şehirden başka tür şehirler de mevcuttur. Bunlar dört çeşittir: Cahil şehir, sapkın şehir, değişmiş şehir ve şaşkın şehir.
* Farabi ilk dönem İslam felsefesinin doruğudur.
* Ama Farabi’nin asıl önemi onun felsefe ve İslam ilahiyatı arasında kurduğu uzlaşımdan kaynaklanır.
İbn-i Rüşd:
* İbn-i Rüşd’ün (1126-1198) hayatı ve felsefesi İslam felsefesinin yaşadığı gelişmenin doruk noktasıdır.
* İbn-i Rüşd kendisini Aristoteles felsefesini açıklamaya adamış ve Batı dünyasının Yunan felsefesi ile tanışmasını hızlandırmıştır. Bu sebeple kendisine (en yetkin) Yorumcu (The Commentator) lakabı verilmiştir.
* İbn-i Rüşd’ün düşün hayatının en önemli olayı, Gazali’ye karşı giriştiği polemiktir. Felsefenin Tutarsızlığı kitabında Yunan felsefesini şeriatın öğretileri ile uyuşmadığı gerekçesi ile reddeden Gazali’ye karşı, İbn-i Rüşd, Tutarsızlığın Tutarsızlığı adlı eseri ile felsefe ile dinin tutarlı bir şekilde savunabileceğini ve Gazali’nin ileri sürdüğü tezlerin yanlış olduğunu savunmuştur.
* İbn-i Rüşd, İspanya’nın Kurtuba şehrinde seçkin hukukçuları ile tanınan bir ailede dünyaya geldi.
* 1182’de İbn-i Tufeyl saray başhekimliğinden ayrılınca yerine Kitab-el Külliyat adıyla önemli bir tıp eseri yazan İbn-i Rüşd başhekim olarak görev almıştır.
* Aristoteles üzerine yaptığı yorumlar ünlenmiştir. Aristoteles üzerine yaptığı yorumlar büyük şerhler, orta şerhler ve küçük şerhler olarak üçe ayrılır.
10
* İbn-i Rüşd, siyasete ve devlete ilişkin düşüncelerini Platon’un Devlet’i üzerine yazdığı, Siyaset Üstüne Yazdığı Zorunlu Bilgiler: Platon’un Siyaset (Devlet) Kitabının Özeti adlı eserinde ele almıştır.
* Erdemler arasında en önemlisi bilgeliktir. Diğer önemli erdemler ise yiğitlik, ölçülülük, adalet, birlik ve bütünlüktür.
* Tutarsızlığın Tutarsızlığı kadim felsefenin temel kavramları kullanılarak yazılmış yüksek düzeyli bir felsefe kitabıdır. İbn-i Rüşd, Gazali’ye cevabını yirmi ana tartışma başlığı altında ince detaylara girerek vermektedir.
* Kesin Yapıt adlı eserinde İbn-i Rüşd, felsefe ve mantık öğreniminin şeriat tarafından yasaklanıp yasaklanmadığını araştırır.
* Genel olarak bakıldığında İslam felsefesinin bu parlak döneminin Farabi’nin muazzam gayretleri sonucunda ihtişamlı bir şekilde olgunluğa eriştiği ve İbn-i Rüşd ile de uluslararası bir başarı kazandığı görülmektedir.
Aquinumlu Thomas
* Aquinumlu Thomas (İ.S. 1225 – 1274 ) skolâstiğin yükseliş döneminin en önemli düşünürlerinden ve din bilimcilerinden biri olmanın yanı sıra bütün Skolâstik Çağ’ın en büyük düşünürüdür.
* Thomas ile birlikte Augustine’in Kilise üzerindeki etkisi zayıflamıştır.
* Aquinumlu Thomas’ın öğretisi Katolik Kilisesi’nin resmi felsefesi haline gelmiştir.
* Thomas 1225 yılında Aquinum kontlarının tarihsel kenti, Napoli yakınlarındaki Roccasecca’da önemli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi.
* Thomas önce Hakikat Üstüne adlı eseri ile skolâstik tartışmalara katılır.
* Sonsuz Dünya Üstüne ve Aklın Birliği Üstüne eserleri bu döneme ait kitaplarıdır.
* Thomas siyasal görüşlerini Prenslik Yönetim Düzeni Üstüne adlı çalışmasında toplamaya çalışmış ancak ömrü yetmediğinden bu eser öğrencisi Aegidus Romanus tarafından tamamlanmıştır.
* 1914’de Thomas’ın görüşlerine karşı çıkmak günaha girmek sayılmış ve 1917’de yürürlüğe giren Kilise yasası ile Thomas’ın öğretileri Katolikliğin resmi görüşü haline gelmiştir.
* Thomas için bilginin yönelip yükselebileceği en yüksek nokta “Tanrıyı bilmek”tir.
* Thomas’a göre bilginin çıkış noktası ise deneydir.
* Dünyadaki oluş teleolojiktir; Tanrı tarafından başlatılır ve yine “en yüksek iyi” olan Tanrı’ya yönelir. Thomas’ta karşımıza ruh – beden ikiliği çıkar.
* Thomas’ın en önemli eseri Toplu Dinbilim’dir.
* Thomas erdemi, iyiyi gerçekleştirme bakımından kazanılmış olan eğilimler olarak tanımlar ve dört ana erdemi benimser: yiğitlik, ölçülülük, bilgelik, adalet. Bu ana erdemlerin yanına “alçakgönüllülükle inanmak”, “yakınını sevmek” ve “Tanrı devletinin geleceğini ummak” olmak üzere üç Hıristiyan erdemini de ekler.
* Thomas, insanın en son amacının sonsuz mutluluk (dünyevi ve ilahi mutluluk) olduğu düşüncesinden hareketle ahlak görüşlerini ortaya koyar.
* Siyasal düşüncelerine, Toplu Dinbilim, Prenslik Yönetim Düzeni Üstüne adlı eserlerinde ve Aristoteles’in Ahlak ve Politika eserleri üzerine yaptığı fakat tamamlanmamış yorumlarında rastlamamız mümkündür.
* Thomas’a göre rasyonel bir varlığın ebedi yasaya uyması doğal hukuktur.
* Oluşturduğu doğal hukuka dayalı devlet kuramı ise XVIII. Yüzyıl’a değin Avrupa felsefesi ve yargı sisteminde egemen olmuştur.
* Her bireyin kendi içindeki amacını akıl yoluyla bulması ve bu sayede hidayete ermesi “telos” kavramı ile sembolize edilmektedir.
* Thomas’a göre, toplum yönlendirici bir otoriteye ihtiyaç duyar ve aile, köy gibi kurumlar insanın yaşamasını sağlarken,devlet “iyi” yaşamasını sağlar.
* Devlete yüklenen bu ödevler düşünüldüğünde Thomas’ın devleti doğal bir zorunluluk olarak ele aldığını söylemek mümkündür.
11
* Thomas’a göre yasa erdeme yönelten her eylemi değil, yalnızca ortak iyiye hizmet eden eylemleri emreder.
* Thomas’da Kilise ile devletin otorite alanlarının farklılaşmaya başladığını görmekle birlikte bu tam olarak modern bir kilise-devlet ayrışması değildir. Thomas hâlâ Kilise’nin sivil hükümetten üstün olduğu görüşündedir.
* Hıristiyanlığı açıkça duymamış ve onan inanmayanlar, itaat etmeye zorlanmamalıdır. Fakat inananlar Hıristiyanca yaşama zorlanabilirler. Thomas’ın üzerinde durduğu diğer bir konu ise inanmayanların inananları asla yönetemeyeceğidir.
* Thomas’ın en önemli katkısı, siyasetin dini ve hukuki açıdan ele alındığı bir dönemde insanın siyasal bir varlık olduğu düşüncesini Avrupa’da kabul ettirmiş olmasıdır.
* Thomas, Augustine’den farklı olarak Hıristiyan olmayanların da gerçek bilgeliğe veya erdeme ulaşabileceği
düşüncesinin önünü açarak hümanist devrime katkıda bulunmuştur.
Dante ve Marsilius
* Orta Çağ’dan modern döneme geçişte oynadıkları kilit rol ve iktidarın dünyevileşerek toplumsal bir öze, dinden bağımsız bir arka plana kavuşturulmasındaki önemli katkıları nedeniyle birlikte ele alınacaktır.
* Kilise’nin veya ruhban sınıfının denetimini kesin olarak reddetmişler ve iki otoriteyi birbirinden ayıran modern siyaset felsefesinin gelişimini hızlandırmışlardır.
Dante:
* İtalya’nın ve Avrupa’nın en büyük ozanlarından biri olarak kabul edilmektedir. Ayrıca rahip olmadığı halde eğitim görmüş ilk Orta Çağlıdır.
* Dante, Monarşi Üzerine (1310-13 yılları civarı) adlı eserinde ise siyasal düşüncelerini ortaya koymuştur. Ebenstein Monarşi Üzerine’yi en önemli Papalık karşıtı, imparatorluk yanlısı Orta Çağ çalışması,Tannenbaum ve Schultz ise Kutsal Roma İmparatorluğu’nun iktidarının Papa’nın denetimine karşı bir savunusu olarak niteler.
* 1300 yılına gelindiğinde Dante, altı lonca başkanından biri sıfatıyla Floransa’nın en yüksek görevi olan
priore’liğe seçilmişti. * İlahi Komedya en önemli eseridir. Dante’nin bu eserini İtalyanca dilinde yazması, edebi eser vermede Latince’nin tekelini kırdığı gibi, mahalli bir dil yaratmada da etkili olmuştur. * Dante’nin Monarşi Üzerine’de dile getirdiği siyasi düşüncelerinin ve monarşi yanlısı tutumunun, İtalya’nın içince bulunduğu duruma ve dolayısıyla barışa olan özlemine bağlı olduğu söylenebilir. * Ona göre evrensel (kozmik) yasalarla toplumsal yasalar aynı öze sahiptir. * Devlet doğal bir zorunluluk olarak karşımıza çıkar. * Adalet, başında bir monarkın olduğu bir dünya devletinde en güçlü şekilde var olacaktır. * İradesini zayıflatacak her türlü tutku ve istekten yoksun, çok güçlü monarkın diğerlerini yönetmesi ise son derece doğaldır. Bir anlamda Dante’nin iktidarı güç ilişkileri olarak algıladığını söylemek mümkündür. * Dante’nin monarkın gerekliliğini göstermek için kullandığı diğer bir akıl yürütme ise “monarkın yönetiminde yaşayan kişi en özgür olandır” şeklindedir. * Dante, yurttaşın kral için değil, kralın yurttaş için yaşadığını öne sürer. * Dante, İlahi Komedya eserini Latince yerine İtalyanca yazmasından dolayı ilk İtalyan ulusçusu olarak bilinse ve İtalyanlara ayrıcalık sağlamaya çalışsa da onun bir ulusçu olarak anılması mümkün değildir. Bahsettiği monarşi, tüm dünyayı kapsar ve evrenseldir. * Bu monarkın üzerinde güç yoktur. Dolayısıyla Dante’nin diğer bir çabası, monarkı Kilise’den bağımsız kılmak olarak karşımıza çıkar.
12
* Dante, hümanizm ve Rönesans içinde gelişen bir tarzda, ilahiyatın felsefenin yedeğine çekilişinin de temellerini atmış olur. * Dante’nin asıl önemi de, devleti Kilise’den bağımsız bir yapı olarak ortaya koymasından kaynaklanmaktadır. * Dante’nin evrensel monarşisinin sekülerleşmesini oldukça önemli ve devrimci kılan husus, monarkın otoritesini hiçbir aracı, bir yardımcı, vekil veya Papa olmaksızın doğrudan Tanrı’dan aldığını iddia etmesidir. Padovalı Marsilius: * Padovalı Marsilius, Kilise’yi siyasal iktidarın boyunduruğu altına sokan siyasal kuramı ortaya atarak modern anlamda devlet kuramının düşünülmesini sağlayan ilk düşünür olmuştur. * Ancak “sivil toplum”, “siyasetin özerkliği” gibi kavramları işleyerek modern egemen devlet anlayışına giden yolu hazırlamıştır. * Bir hekim olan ve felsefe, hukuk ve ilahiyat çalışmaları da yapmış bulunan Marsilius (1275 – 1343) Padova’nın noter loncasına bağlı burjuva kökenli bir ailenin üyesiydi. * 1324’te Barış Savunucusu’nu (Defensor Pacis) tamamlayan Marsilius, IV. Ludwig’in himayesi altına girdi. * Aristoteles’in üç ideal tip ayrımını takip eden Marsilius, monarşi, aristokrasi ve politeia ve bunların bozulmuş halleri olan tiranlık, oligarşi ve demokrasi sınıflandırmasını tekrar eder ve yine Aristoteles’e benzer şekilde ayrımı, yönetimin hizmet ettiği kesim üzerinden temellendirir. * İnsanları köle kılan yönetimlerin iyi olması söz konusu değildir. * Marsilius’a göre yasa, siyasi otoritenin ifadesidir. * Legislator kavramı iki farklı anlama sahip olabilir: Siyasi egemenlik veya yapıcı iktidar ve kanun koyucu işlev. * Siyasi egemenliğin halka dayanması durumu Marsilius’un yeni keşfettiği bir şey değildir. Marsilius’un getirmiş olduğu özgünlük ise bu anlayışı salt hukuksal bir yapı olmaktan çıkarıp onun gerçekleştirilmesine yönelik bir çağrı yapmış olmasıdır. * Marsilius, bilgeliğe sahip, üstün nitelikli bir elitin siyasete hâkim olması düşüncesi karşısına halkın sağduyusuna dayanma düşüncesini koyar. * İnsan doğasının iyi olduğuna dair asgari bir inanç beslediği söylenebilir. * Görüldüğü gibi halkın sürece katılımı ve rızasının alınması Marsilius’ta çok önemli bir yer tutar. Ona göre seçilmiş hükümetler her zaman seçilmemiş hükümetlere üstündür. Marsilius, monarşilerde bile seçilmiş yöneticileri ısrarla tercih eder. * Kısaca belirtmek gerekirse Marsilius yasaların, Kilise’nin ya da Tanrı’nın değil insan aklının, yasa koyucunun bir ürünü olduğunu iddia eder. Marsilius’un yasa anlayışının merkezinde zor kullanma yer alır. * Siyasal iktidarın meşruluğunu halktan alabilmesi ise Marsilius’un “sivil toplum” anlayışından kaynaklanır. * Önce de belirttiğimiz gibi yöneticilerin seçilmiş olmaları dolayısıyla otorite sahibi olmaları düşüncesi, Papa için de geçerlidir. * Buradan hareketle Marsilius’un, Papa’nın inananlar tarafından seçilmesi gereğini savunduğu söylenebilir. * Kamu eğitimi, herhangi bir sanatın, disiplinin uygulanması ehliyeti ise sadece sivil yönetime ait olmalıdır, hiçbir şekilde rahiplerin eline bırakılamaz. * Marsilius için sadece kutsal metinler önemlidir, Papalık fermanlarına ve ilave beyanlara itibar edilmemelidir. * Ona göre Kilise başında bir otoritenin bulunduğu hiyerarşik bir örgütlenme değildir. Din adamları
13
da ruhani anlamda birbirine eşittirler. * Marsilius, din ve devlet işlerini ayırmak yerine devletin Kilise’yi kontrolü altına aldığı yeni bir tekelci planı ortaya koymak istemektedir. * Devletlerin amacının olduğunu düşünen Marsilius, barışın önündeki en büyük engeli Kilise olarak görür. * Bu durumda Marsilius, Kilise’yi tamamen siyasal iktidara tabi kılmak gerektiği sonucuna varmaktadır.
Modern Dönemde Siyasal Sosyal Kurumsal Yapı, Yöntem ve Teoriye Dair
* Modern çağ siyasal düşüncesini önceki zamanların siyasal düşünüşünden (Yunan, Roma ve Orta Çağ Hıristiyan düşüncesi) ayıran temel özelliklerden biri bireye, topluma ve devlete ilişkin temel varsayımlardaki yeni bakış açısıdır.
* Antik düşünürler ahlak ve siyasetin iç içe geçmiş olduğunu düşünmekte, yetkin bir siyaset felsefecisinin aynı zamanda yetkin bir ahlak felsefecisi olması gerektiğini de düşünmektedirler.
* Modern siyasal düşünce, antik Yunan, Roma ve Hıristiyan dünyada hüküm sürmüş olan bu düşünce arka planından bir kopuşu temsil etmektedir. Bu kopuşun siyasi, dinsel ve bilimsel olmak üzere üç boyutunu tespit edebiliriz.Machiavelli’nin düşüncesi siyasi boyutta; Luther ve Kalvin’in düşünceleri dinsel boyutta ve Descartes, Bacon, Kopernik ve Newton’un fikirleri bilimsel düşünce alanında vuku bulan kopuşun paradigmatik örneklerini temsil ederler.
Modern Siyasal Paradigma:
* 16. yüzyıldan itibaren birey, toplum ve devlet hakkında geliştirilen fikirler, “modern siyaset teorisi” olarak tanımlanmaktadır. Niccolo Machiavelli (1469-1527) ile başlayarak Michel de Montaigne, Thomas Hobbes (1588-1679) ve John Locke’un da aralarında bulunduğu “siyasal düşünürler”, “erdem”i vurgulayan klasik siyaset felsefesi paradigmasını gerçekçi olmadığı düşüncesiyle reddetmişlerdir.
* Bu yeni düşünüş biçiminin öncüsü ise insanların özleri itibarıyla kötü olduğu ve kişisel yarar amacıyla hareket ettikleri fikrinde olan Floransalı düşünür Machiavelli’dir.
* İnsan doğasına ilişkin bu olumsuz bakış açısı Machiavelli’yi toplumu da doğal bir varlıktan ziyade bir konvansiyonun sonucu olarak görmeye itmiştir.
* Ona göre insanların toplum halinde yaşayarak elde edecekleri başlıca fayda güvenlik ve korunmadır.
* Modernler evrenin mekanik bir açıklamasını sunarlar. En yetkin ifadesini Newton’un düşüncesinde bulan bu paradigma uyarınca evren, belli bir amacı olmaksızın hareket halindeki cisimlerin oluşturduğu bütünlük olarak anlaşılmaktadır. Böylesi bir bakışın ise parçaları arasında amaçsal (teleolojik) bütünlük, uyumu vurgulayan Aristocu evren anlayışına radikal bir karşı çıkış anlamına geldiği açıktır.
* Özellikle modern dönemde devletin kökeni ve işlevleri hakkında iki farklı görüşün ağırlık kazandığı söylenebilir. Bunlardan birincisi liberal devlet teorisi iken diğeri Marksist devlet teorisidir.
* Liberal devlet teorisi genellikle devlet faaliyetlerinin anayasal olarak sınırlandırılmasına, vatandaşların dışsal zorlamadan bağışık olmaları anlamında özgür bırakılmalarına ve devletin farklı taraflar karşında yansız bir şekilde hukuk önünde eşitliği sağlamalarına vurgu yapar.
* Öte yandan Marksist devlet teorisine göre, liberal devlet söylemi “burjuva”ların çıkarlarına hizmet eden ve proletaryanın sömürülmesine neden olan bir sistemdir. Tarihi sınıf çatışmalarının tarihi olarak yorumlayan Marksistlere göre burjuva ideolojisinin öne sürdüğü gibi devlet toplumun dışında ve yansız olamaz. Devlet egemen güçlerin bir baskı aracından başka bir şey değildir. Devlet ezeli ve ebedi olmadığı gibi, sömürü düzeninin yok olabilmesi için devletin de sönümlenmesi, yani ortadan kaldırılması şarttır. Komünizmin asıl hedefi de işte tam da budur.
14
Erken Modern Dönem Paradigması : Merkantilizm
* Merkantilizm feodalizm ile liberalizm arasındaki bir ara döneme işaret eder. Kapitalizmin şafağında, sanayi devriminden önce doğmuş bir ekonomik öğretidir.
* “Merkantilizm terimi 1763 yılında Mirabeau tarafından XVI. yüzyılın başlarından hemen hemen XVIII. yüzyılın sonlarına değin ekonomik söylemi domine etmiş görünen ekonomik fikirlerin gevşek bir sistemini tanımlamak üzere uydurulmuştur”.
* Avusturya’lı bir avukat olarak, 1684 yılında dokuz ilkeli bir merkantilist manifesto hazırlamış olan Philipp von Hornick, merkantilizmin temel prensiplerini bakın nasıl ortaya koymaktadır:
1-Bir ülke toprağının her santimi tarım, madencilik veya manüfaktür üretim için kullanılmalıdır. 2-Tamamlanmış mallar (finished goods) ham maddelerden daha değerli olduğu için bir ülkede bulunan tüm ham maddeler yerli üretimde kullanılmalıdır. 3-Geniş bir çalışan nüfus teşvik edilmelidir. 4-Altın ve gümüş ihracatı tamamıyla yasaklanmalı ve ülkenin tüm domestik parası dolaşımda tutulmalıdır. 5-Yabancı malların ithalatı mümkün olduğunca caydırılmalıdır. 6-Yabancı malların ithalatının kaçınılmaz olduğu hallerde bu mallar birinci elden ve altın ve gümüş karşılığı değil fakat yerli mallarla değişim karşılığında temin edilmelidir. 7-İthalat mümkün olabildiğince ülkede işlenecek ham maddelerle sınırlanmalıdır. 8-Gerekli olduğu sürece altın ve gümüş elde etmek için ülkenin fazla mallarını yabancılara satma fırsatları sürekli kollanmalıdır. 9-Ülke içinde yeterince ve uygun şekilde arz edilen malların ithalatına izin verilmemelidir. * Merkantilist ekonomistlerin en büyük kaygısının, ülkenin kaynaklarının en etkin bir şekilde, devletin mümkün mertebe güçlü kılınması doğrultusunda kullanılması olduğu söylenebilir. * Bu dönemin temel fikirlerinden birisi zenginliğin para ve onun dayandığı şey olan altınla özdeşleştirilmesidir. Bu nedenle ticaretin amacı daha çok altına sahip olmaktır. * Merkantilist düşünürlerin önemli bir yanılgısı, zenginliği sahip olunan para miktarının çokluğuyla özdeşleştirmeleridir. Onlar “paranın miktar teorisi”adı verilen ve ilk kez John Locke (1632-1704) tarafından ipuçları ortaya konan ve daha sonra da David Hume (1711-1776) tarafından geliştirilen teoriden haberdar değildiler. * Bu nedenle, merkantilistlerin sürekli şekilde sahip olduğu altın stokunu ve buna bağlı para miktarını arttırarak birülkenin zengin olabileceği savı yanlıştır.
Niccolo Machiavelli
* Bir Rönesans dönemi düşünürü olan Niccolo Machiavelli (1469-1527) on beş sene boyunca Floransa Cumhuriyeti’ndediplomat olarak görev yapmış ve döneminin en önemli siyasi liderleri ile tanışma fırsatı bulmuştur.
* Siyaset felsefesini, Antik dönemin özcü, teleolojik bağlamından ve Orta Çağ düşüncesinin aşkın, akıl-üstü yapısından bağımsızlaştıran Machiavelli, onu ilk kez “gerçekçi” temellerde yorumlayan isim olarak ün kazanmıştır.
* En önemli iki kitabı olan Hükümdar ve Söylevler’de başarılı ve sevilen bir yönetimin kurulabilmesi için hükümdarın sahip olması gereken özellikleri anlatır.
* Machiavelli, despota, halkı bir arada tutabilmek için kaba güç kullanımını ve hileyi iki önemli yol olarak gösterir.
* Bu sebeple günlük hayatta başarıya ulaşmak için hiçbir ahlaki kısıtlamayı kabul etmeyenlere “Makyevelist” sıfatı yakıştırılır.
* Machiavelli’nin düşünce dünyasını şekillendiren diğer önemli bir husus da İtalyan şehir devletlerinin siyasal birlikten yoksun olmalarıdır. Machiavelli’nin paralı askerlere karşı güvensizliği ve ulusal birliğe çağrısı yaşadığı dönemde karşılaştığı problemlerin doğrudan bir yansımasıdır.
15
* Bir Rönesans düşünürü de olduğu unutulmamalıdır.
* İnsan doğasına ve potansiyeline yönelik aşkın varsayımları akıl dışı bulur. Ona göre insan doğasının temeli bencilliktir.
* Genellikle Roma tarihinden ve içinde yaşadığı dönemin siyasi tarihinden yararlanan Machiavelli, Hükümdar’da İtalyan birliğini sağlayabilecek hükümdarın sahip olması gereken özellikleri anlatır. Bu eser bir siyaset felsefesi çalışması değildir ve Machiavelli, “iyi yönetim nedir?”, “hangi yönetici meşrudur?”, “iktidar nedir?” gibi sorularla ilgilenmez. Onun sorduğu sorular, “düzen nasıl sağlanır?”, “ulusal bir ordu nasıl kurulur?”, “neden bir ulusal orduya ihtiyaç vardır?” biçmindeki sorulardır.
* “Laik” özellikler taşıyan kavramlaştırmalara gitmektedir.
* Machiavelli’nin yönteminin en çarpıcı özelliği özel alan ve kamu alanı ayırımıdır. Machiavelli böylece kamusal ve özel alanların Aristotelesçi, Thomasçı birliğini reddeder.
* Eğer hükümdar iktidarını koruyabilirse kahraman, yok eğer iktidarı kaybederse hain olur. Machiavelli’nin Hükümdar kitabında iyi bir hükümdarın özelliklerini özetlemek için kullandığı “aslan ve tilki” benzetmesi bu bağlamda önemlidir. Hükümdar gerektiğinde bir aslan gibi korkutucu, gerektiğinde bir tilki gibi kurnaz olmalıdır ki iktidarını koruyabilsin.
* Machiavelli’nin kullandığı bir diğer kavramsal karşıtlık “elit ve kitledir”. İnsanlar yöneten elitler ve yönetilen kitleler olarak ikiye ayrılır. Machiavelli, elit olma şartları arasında soyluluğu saymaz.
* Machiavelli’nin erdemi (virtu) Antik dönemin idealizminden ve Orta Çağ’ın ahlaki iyiliğinden bağımsız olarak bireyci ve dünyevi bir mükemmellik durumudur.
* O, sert önlemlerin halkı barış ve birlikten yararlandırmanın zorunlu olduğu durumlarda halklılaştırılabileceğini
vurgular. Gereksiz şiddet uygulayanlar hükümranlık elde edebilir ama şeref kazanamazlar. * Papa, Machiavelli’den bir anayasa taslağı hazırlamasını istediğinde, Machiavelli tamamen cumhuriyetçi ilkeler üzerine kurulu bir anayasa taslağı sunar. Papa tarafından beğenilmeyen taslak reddedilir. İlk bakışta Machiavelli için bir çelişki gibi duran bu anayasa taslağının bir benzeri onun Söylevler kitabında da önerilen bir yönetim şekli olarak göze çarpmaktadır. * Machiavelli’nin nihai siyasal hedefi bağımsız İtalyan şehir devletlerini ulusal bir birlik altında toplamaktır. * Cumhuriyet Machiavelli’nin ideal yönetim şeklidir. Çünkü bir cumhuriyet ancak erdemli yurttaşlar tarafından kurulabilir. Cumhuriyetin üç özelliğinden ilki yasaya dayalı yönetimdir. İkincisi yalnız bir azınlığın çıkarı için değil, yurttaşların çoğunluğunun çıkarı için yönetilmesidir. Son olarak bütün sınıfların üyeleri yurttaşlar olarak yönetime katılma haklarıoldukları için cumhuriyet karma bir yönetimdir. * Machiavelli birçok yazar tarafından “modern siyaset” anlayışının ve “siyaset bilimi”nin kurucuları arasındagösterilmektedir. Machiavelli, ilk kez, siyaset ve ahlak alanlarını birbirinden ayırarak, siyasete özerklik kazandırmıştır. * “Olması gereken”i değil, “olan”ı inceleyerek siyaset çalışmalarına bilimsel bir temel kazandırmıştır.
Luther ve Calvin
* Luther ve Calvin’in fikirlerini tartışmadan önce altı çizilmesi gereken en önemli husus, bu düşünürlerin bireyin kilise ve kilisenin meşruiyet sağladığı devlet iktidarına koşulsuz biat etmesini sağlayan Thomistik düşünceye meydan okuyarak modern düşüncenin temel fikirlerinden biri olan “bireycilik” düşüncesinin dinsel temellerini atmış olmalarıdır.
Martin Luther
16
* Krallıkların Kiliseyi yavaş yavaş denetim altına almasıyla ise Roma Kilisesi ile ulus dahilinde var olan Kilise arasındaki bağlar zayıflamış hatta kopmuştur. Bu özellikle İngiltere ve Fransa’da geçerlidir. İngiltere’de Anglikan Kilisesi’nin kurulmasıyla Roma Kilisesi’nden kopuş ve ulusal kilise kurulumu gerçekleşmiş, Avrupa ise Reform Hareketi ile Protestanlar ve Katolikler olarak bölünmüştür.
* Örneğin matbaanın bulunması, basılı eserlerin yaygınlaşması, İncil’in çevrilmesi, okumanın yaygınlaşması, dinsel metinlerin asıllarından takip edilme olanağının bulunmasıyla, doğru dine dönüşün talep edilmeye başlanması Kilise’nin otoritesini sarsan unsurlar olmuşlardır.
* Alman teolog, reformcu ve İncil çevirmeni Martin Luther, 1483’te doğmuştur.
* Kilise’nin merkezileşme ve gelirlerini artırma çabaları ve bunun karşılığında günahların affedildiğine dair belgeler (endüljans) satması, dini bu amaç için kullanması Luther’in tepkisini çekmiştir.
* Luther öncelikle Kilise tarafından belli günahların affedilmesi ve cennetin anahtarının para karşılığında satılması gibi uygulamaları eleştirmiştir.
* O Aziz Thomas’tan daha çok Aziz Augustine’in fikirlerini kendine referans almaktaydı.
* Ayrıca, Luther Kilisenin hiyerarşik yapılanmasını ve Papa’nın dini konulardaki mutlak otoritesini eleştirmiştir.
* Bu koşullar altında Luther, Katolik Kilisesi’ne karşı geliştirdiği eleştirileri 95 başlık altında toplayıp yazdığı belgeyi 1517 yılında Wittenberg’deki kilisenin kapısına çivilemiştir.
* 1520 yılında yayımlanan üç manifesto – Alman Ulusunun Hıristiyan Soylularına Bir Sesleniş, Kilise’nin Babil Tutsaklığı Üzerine ve Bir Hıristiyan’ın Özgürlüğü Üzerine – ile Luther, Kiliseye karşı kesin bir savaş başlatırken, siyasal ve dinsel görüşlerini de ortaya koymuştur.
* Bunun üzerine 1520’de Papa X. Leo tarafından çıkarılan bir buyrukla Luther’in görüşleri yasaklanır. Bu buyruğu Wittenberg’te halkın önünde yakan Luther daha da ünlenir.
* Luther, İncil’i Almancaya çevirerek Reformun yaygınlaşmasına önemli bir katkı sağlamıştır.
* 1530 yılında İsa’nın Son Akşam Yemeği adıyla yayımladığı yazılarla Lutherci kilisenin temellerini atmaya devam eden Luther, 1546 yılında doğduğu yer olan Eisleben’de ölmüştür.
* Luther, tek otorite kaynağı olarak Marsilius’a benzer şekilde Kutsal Yazılar’ı gösterir.
* Luther’in bu düşünceleri Hıristiyanlığın doğasını değiştirmiştir. Papa’nın yanılmazlığı fikrinin yerle bir edilmesi, Kilise hiyerarşisinin ve ayrıcalığının sorgulanması, sivil iktidarın Kilise’den bağımsızlığı bu dönüşüme hizmet etmiştir.
* Luther, kurum olarak Kilisenin elinden sadece ruhani iktidarını değil, siyasal gücünü de almış ve bir anlamda bir otorite boşluğu yaratmıştır.
John Calvin:
* 1509 yılında Fransa’nın Noyan kentinde doğan dinbilimci ve reformcu John Calvin, Orléans ve Bourges üniversitelerinde hukuk eğitimi almıştır.
* 1536’da en önemli eseri olan Hıristiyan Dininin Kurumları’nı yazan Calvin, Cenevre’de Protestanlığı örgütlemek için çalışmıştır.
* Calvin, Protestanlığın radikal mezheplerinden birini geliştirmiştir.
* Calvin de Luther’e benzer şekilde Aziz Thomas’ın değil ama Aziz Augustine’in fikirlerine yakın durmaktadır.
* Calvin siyasal görüşlerinin pek çoğunu Hıristiyan Dininin Enstitüleri (1535) (The Institutes of the Christian Religion) adlı eserinde ortaya koymuştur. Calvin, iki farklı yönetim biçimi arasında bir ayrım yapar: ruhani yönetim ve siyasal yönetim.
* Bu noktada, devleti zorunlu bir kötülük olarak gören Aziz Augustine’den ayrılarak, o devletin dinin emirlerine uygun yaşamı sağlamanın bir aracı olduğuna inanmaktadır.
17
* Bu noktada, Calvin’de Luther’de gördüğümüz vicdan özgürlüğü ilkesinden eser yoktur. Calvin’e göre, din özgürlüğü doğru dini, yani Protestanlığı seçip onu yaşama özgürlüğüdür. İnsanların yanlışı seçme özgürlüğü yoktur…
* Calvin’e göre sivil yönetimin üç unsuru vardır: yönetici, hukuk ve halk.
Reform Hareketleri Üzerine Genel Notlar:
* Reform hareketlerinin en çarpıcı sonucu evrensel Roma Kilisesi’nin parçalanması olmuştur.
* Reform hareketleri ulusal kiliselerin kurulmasını sağlamıştır.
* Bununla birlikte reform hareketlerinin modern siyaset teorisine en önemli katkısı yönetim ilkesi olarak “otorite” ile yönetimin uygulanması anlamında “iktidar” arasındaki ayrışmayı ortadan kaldırmış olmasıdır. Böylece iktidar doğrudan bir “zor kullanma tekeli” olarak anlaşılmaya başlamıştır
Modern Dönemde Bilimsel Dönüşüm :
Kopernik, Bacon, Descartes ve Newton
Nicholas Kopernik:
* Aristotelesçi-Hıristiyan kozmolojisinin temelleri On Altıncı Yüzyıl’da sarsılmaya başlamıştır. İlk yıkıcı vuruş Polonyalı bir astronom olan Nicholas Kopernik’in (1473-1543) teorisinden gelmiştir. Kopernik’in amacı Hıristiyan kozmolojisini yıkmak ve buna dayanan siyasal hiyerarşiyi sarsmak değildir: O sadece gerçeğin peşinden gitmektedir.
* Evrenin merkezine dünya değil ama Güneş gelmekte ve dünya diğer gezegenlerle birlikte Güneşin etrafında dönmekteydiler.
* Bu basit gibi gözüken teorinin Hıristiyan kozmolojisi, ahlakı ve siyasal hiyerarşisi için çok yıkıcı sonuçları bulunmaktaydı. Bu nedenle, Martin Luther, Kopernik ile “Bu aptal tüm astronomi ilmini tersine çevirmek istiyor” diyerek alay etmiş ve İncil’e de referansla Kopernik’i yanlışlamaya çalışmıştır.
* Bu teorinin siyasal sonuçları da Kilise açısından yıkıcı olmuştur. Evrenin merkezinde dünyanın olduğunu savunan Kilise, dünyanın merkezine de hiç şüphesiz Kilise’yi ve onun lideri Papa’yı yerleştiriyordu. Bu kozmolojinin yıkılması Papa’nın da ayrıcalıklı konumunu yitirmesi anlamına geliyordu. Bu çerçevede, Papa’nın
Kopernik’in kitabını lanetlemesini anlamak hiç de zor değildir. Francis Bacon: * İngiliz filozof ve bilim adamı Francis Bacon (1561-1626), aynı zamanda uzun yıllar boyunca siyasal dünyanın içinde yer almıştır. * Buna karşın tarihsel önemini bilim felsefesi alanında ve bilimsel bir ütopyanın tamamlanmamış taslağı ile edinmiştir. * Bacon, evreni incelemek üzere yeni bir metot geliştirmiş ve Tanrı, insan ve evren arasındaki ilişkileri yeniden tanımlamıştır. * Novum Organum adlı eserinde antik Yunanlıların tümden gelimci akıl yürütme metotlarına eleştiriler getirmiştir. Bacon bu eserinde insan kavrayışını zedeleyen dört idol/kusurdan bahsetmiştir. Bunlar, kabile, mağara, pazaryeri ve tiyatro idolleridir. * Bacon’a göre en zararlı dogma da dindir. * İhtiyaç duyduğumuz şey bilimsel ve deneye dayalı bir metot ile duyularımıza dayanarak gerçeği aramaktır. * Bacon, bilimsel yöntemlerin kullanılarak doğaya hâkim olunmasıyla toplumun da
18
düzelebileceğine inanmıştır. Onun Yeni Atlantis adlı ütopyasında yapmaya çalıştığı böyle bir toplumun resmini çıkarmaktır. Rene Descartes: * Rene Descartes (1596-1650) tarihleri arasında yaşamış bir Fransız düşünürdür. * 1637’de Metod Üzerine Konuşma, 1647’de de Metafizik Meditasyonlar gibi ana eserlerini kaleme almıştır. * Descartes’in özellikle epistemoloji alanında ortaya koyduğu fikirleri çığır açıcı olmuş ve ortaçağ Hıristiyan kozmolojisine, teolojisine ve siyaset felsefesine yıkıcı bir darbe indirmiştir. * Buna göre bir önermenin bilgi olarak kabul edilebilmesi için ilk olarak o önermenin doğru, ikinci olarak da kesin olması gerekir. * Bu kriterler temelinde “Bilmek mümkün müdür?” şeklindeki soruya iki tür cevap vermek mümkündür. Birinci cevap “Evet, bilmek mümkündür” biçimindeki olumlu cevaptır. Bu pozisyona epistemoloji de “dogmatizm” adı verilir. İkinci pozisyon ise “Hayır, bu koşullarla bilmek mümkün değildir” şeklindeki olumsuz cevaptır. Bu pozisyona da epistemolojide “şüphecilik” adı verilir. * Rene Descartes, modern dönemin başında insanın duyuları veya aklı temelinde mutlak bilgiyi elde edemeyeceği yönündeki bu şüpheci meydan okumaya bir cevap bulma arayışı içindedir. * Ancak, bizim şüphe ediyor olmamız bir gerçekliktir. Bir başka ifadeyle, bizim emin olabileceğimiz bir şey şüphe ettiğimiz,düşündüğümüz, öyleyse var olduğumuzdur. Bu bir kesinliktir. Descartes bunu “Cogito, ergo sum”, yani “Düşünüyorum öyleyse varım” şeklinde ifade etmiştir. * Descartes’in pozitivist ilerlemeci anlayışına Kartezyenizm denilmektedir. Descartes’in aklındaki toplum kendi aklı sayesinde bağımsız ve özgür bir şekilde karar veren ve yaşayan insanlardan oluşur. Isaac Newton: * Isaac Newton (1642-1727) yılları arasında yaşamış bir İngiliz matematikçi ve fizikçidir. * Newton, Kopernik, Bacon ve Descartes’in Orta Çağ Hıristiyan düşüncesine yönelttiği meydan okumaya evrenin işleyişine getirdiği matematiksel açıklamalarla katkıda bulunmuştur. * 1687’de Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri adlı kitabı ile yer çekimi kanununu ortaya atarak gezegenlerin hareketlerinin matematiksel formüllere dayalı olarak öngörülebileceğini iddia eden Newton, Orta Çağ kozmolojisini de kesin bir sona ulaştıran isim olmuştur. * Böylece güneş merkezli evren görüşüne getirilebilecek hiçbir itiraz kalmıyordu. * Newton fizik biliminde ortaya attığı hareket kanunları ile de Aristotelesçi ereksel, yani önceden belirlenmiş bir amaca yönelik eylem, hareket düşüncesine de darbe indirmiştir. * Optik de diğer bir eseri.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Klasik Mantık 1

TERİM NEDİR? Dil içinde anlam taşıyan en küçük birime terim denir. Terimler önermenin kurucusudur. Her türlü maddi manevi nesneleri, tek tek olayları yani kısaca olguları ifade etmeye yararlar. Örnek: masa, kalem, kitap, ağaç (terim iken), cümle içinde tek başına anlam taşımayan ve, veya, gibi, kadar vb. ekler terim değildir. SOMUT*SOYUT GENEL*TEKİL TERİM, ÖZEL ADLAR KOLEKTİF VE DİSTRÜBÜTİF TERİMLER MUTLAK VE BAĞIL TERİMLER OLUMLU VE OLUMSUZ TERİMLER Duyu organlarımızca algılanabilen ve zihinde tasarlanabilen, bir nesneyi ya da varlığı gösteren kavramlar somut, nesnelere ait ortak nitelikleri gösteren veya nesnelerin oluş tarzını ifade eden kavramlar soyuttur. Aynı türden nesnelerin ortak özelliklerini ifade etmeye yarayan terimler genel; söz konusu ortak özellikleri taşıyan tek tek nesnelere işaret eden terimler ise tekildir. Tekil kavramlar arasında ilişki kurarak genel kavramlara ulaşılır. Özel adlar ise belli bir nesneyi diğer nesneden ayırt etmeye yarar. Kullandığımız teri

Köy Sosyolojisi

1. Hafta Ülkemizde köy sosyolojisi daha çok saha çalışmalarına dayanmaktadır. Köy sosyolojisi batıda “kır sosyolojisi” olarak adlandırılmıştır. Batılı sosyologların birçoğunun ortaya attığı kuramlarda şehire özel önem verilmesi sebebiyle toplumlar “köylü toplumlar” ve “şehirli toplumlar” şeklinde sınıflanmıştır. Frederich Le Play  Türkiye’de sosyolojinin kurucuları arasında sayılan ve ülkemizdeki iki ana eğilimden birinin sosyolojideki temsilcisi Mehmet Sabahaddin Bey üstündeki etkisinden hareketle köy sosyolojisinin kurucuları arasında yer alır. Ülkemizde ilk köy sınıflamalarını da içeren ve bir toplum birimi olarak kuramında köy toplumuna yer veren kişi ise  Ziya Gökalp ‘tir. 2. Hafta Yenileşme döneminde köy, ülkemizde öncelikle edebiyat eserlerinin ilgi alanı olmuştur. Ülkemizde sosyologlar köye ilgiyi ya Türkiye’nin kuruluşu ve 1924 köy kanunu ile ya da 1950 sonrası dönemde köyün farklı nedenlerle ortaya çıkmasıyla başlatmışlardır. Köy sosyolojisinin ülkemizdeki haberc